(soL, Ocak-Şubat (?) 2013)
Kamil Ekrem'in soL'da yayımlanan yazı dizisi ülkemizde sağlık hizmetlerinin nasıl adım adım piyasaya teslim edildiğini anlatıyor. Neo-liberal politikalar yalnız Türkiye'de değil birçok ülkede hastaneleri birer işyeri, hastaları ise müşteri olarak gören bir anlayışı temsil ediyor. Bu kısa yazıda, popüler bir televizyon dizisi olan Grey's Anatomy'nin (GA) son bölümünde bu politikaların nasıl yansıdığını nakletmeye çalışacağım. (Bu yazı yazılırken GA'nın son bölümü henüz Türkiye'de yayına girmemişti).
Kamil Ekrem'in soL'da yayımlanan yazı dizisi ülkemizde sağlık hizmetlerinin nasıl adım adım piyasaya teslim edildiğini anlatıyor. Neo-liberal politikalar yalnız Türkiye'de değil birçok ülkede hastaneleri birer işyeri, hastaları ise müşteri olarak gören bir anlayışı temsil ediyor. Bu kısa yazıda, popüler bir televizyon dizisi olan Grey's Anatomy'nin (GA) son bölümünde bu politikaların nasıl yansıdığını nakletmeye çalışacağım. (Bu yazı yazılırken GA'nın son bölümü henüz Türkiye'de yayına girmemişti).
2005
yılından bu yana ABD'de ABC ve Channel 7 Network televizyonlarında
gösterilen GA, Seattle kentindeki Grace Mercy West hastanesinde
geçen olayları, doktorların biribirleriyle, hastalarla, hastane
yönetimiyle olan ilişkilerini anlatıyor. Dizinin adı, İngiliz
anatomi uzmanı Henry Gray'in 1858'de yazdığı ünlü ders
kitabından alınmış ve dizinin baş kahramanı olan Dr. Meredith
Grey'e izafeten biraz değiştirilmiş.
Dizinin
son bölümünde, yönetsel bir yanlışlıktan dolayı çok ağır
bir mali yük altına giren hastaneyi kapanmaktan kurtarmak için
atanan bir doktorun (bizdeki hastane CEO'larına çok benziyor)
uygulamaları anlatılıyor. CEO o zamana dek çalıştığı beş
hastanenin personel sayısını %30 azaltmakla ünlü birisi ve ilk
adım olarak hastanenin en övündüğü bölümü olan acil servisin
kapatılmasını kararlaştırıyor. Doktorlar bunun neden gerekli
olduğunu bir türlü anlayamıyorlar. Bu kararla birlikte atılan
ikinci adım ise ameliyatlar arasındaki ortalama 37 dakikalık
sürenin standardize edilerek 18,5 dakikaya indirilmesi oluyor.
Böylece cerrahlardan elde edilen hizmet maksimize edilecektir.
Dahası, hastalığın ve hastanın arzettiği özel durumlara bağlı
olarak hastaya uygulanan ameliyat yöntemi terkediliyor ve her hasta
aynı biçimde ameliyat ediliyor. Bu yönteme itiraz eden cerrahlara
verilen cevap çok yalındır: “Hastaların önemi yok”.
Eşzamanlı
bir başka değişiklik ise hastanede akla gelebilecek her yere bir
kapalı devre kamera yerleştirilmesi oluyor. Kameralar bir merkeze
bağlı ve doktorların her adımı bir başka doktor tarafından
izleniyor. Kameranın arkasındaki doktor, hastane doktorunun
herhangi bir hasta için önerdiği ilacı değiştirme yetkisine de
sahip. Böylece, pahalı fakat hasta için gerekli olan bir ilaç
daha ucuz ama hasta açısından yararı tartışmalı bir başka
ilaç ile değiştirilebiliyor.
Yapılan
her değişiklik, büyük şirketlerin işçi azaltmak ve kalan
işçileri daha çok çalıştırmak için kullandıkları “modernize
etmek, kolaylaştırmak, uygun hale getirmek, optimize etmek, entegre
etmek” klişeleri ile sunuluyor. Ameliyathanelerin iç düzeni
değiştiriliyor (optimize ediliyor), cerrahların ve hemşirelerin o
zamana dek kolaylıkla bulup kullandıkları ameliyat malzemelerini
bulmak için, saniyelerin bile önemi olan ameliyatlarda, en basit
malzemeyi bile bulmanın süresi uzuyor.
Acil
servisin kapatılmaması için doktorlar kendi aralarında anlaşıp
genel maliyetleri düşürecek bir çözüm bulurlar. Buna göre her
bölüm belirli fedakarlıklar yapacaktır. Buldukları çözümü
CEO'ya aktarınca aldıkları tepki onları çok şaşırtır:
“Maliyetleri düşürmek, ne hastanenizi ne acil servisi kurtarır.
Kurtuluşunuz ancak yeni bir yatırımcı bulunmasındadır”.
Cerrahlar o zaman anlarlar ki CEO'nun yaptığı her şey, aslında,
hastanenin satılabilmesi için makyajlama yapmaktan başka bir şey
değildir. Baş cerrah, “Yani, bir evi satmaya çalışan emlak
komisyoncusu nasıl o evi güzel göstermek için bir şeyler
yapıyorsa siz de bizim hastanemiz için aynı şeyi yapıyorsunuz”
der. CEO buna karşılık “Evet, aynen böyle yaptım, Acil servis
de o evdeki havı dökülmüş halı” der.